Futbol Masalı

Bir zamanlar, yemyeşil tepelerin arasında kurulmuş sevimli bir köy vardı: Çamlıca Köyü. Bu köyün en büyük tutkusu futboldu. Her yaştan çocuğun hayali, köyün efsanevi takımı olan Kartopu Takımı'nda oynamaktı. Takımın adı, her zaman kışın oynadıkları ilk maçta kardan yapılmış bir topu kullanmalarından geliyordu.

Ama bu masal, sıradan bir maç ya da kupa hikayesi değil. Bu masal, bir topun kaybıyla başlayan büyük bir dostluk, cesaret ve hayal yolculuğu…

Kartopu Takımı'nın en özel eşyası, dedelerinden kalma eski bir futbol topuydu. Dikiş yerleri yıpranmıştı ama üzerinde “Hayal Edersen, Gerçek Olur” yazıyordu.

Bir gün, rüzgârlı bir sabah, takım antrenman yaparken top bir anda yuvarlanıp ormanın içine kaçtı.

“Top nereye gitti?! Gördün mü Arda?” diye bağırdı Mert, takımın kaptanı.

“Hayır! Son anda bir sincabın üstünden sekip kayboldu!” dedi Arda, nefes nefese.

Top ormana doğru kaçmıştı ve hiç iz bırakmadan kaybolmuştu. Takımda bir sessizlik oldu. Kimse kolay kolay o topun yerini dolduramazdı.

“Onu bulmalıyız,” dedi Zeynep kararlı bir sesle. “Top sadece bir nesne değil, bizim hayalimiz!”

Ve böylece, Kartopu Takımı'nın 7 üyesi —Mert, Arda, Zeynep, Elif, Berk, Cem ve minik Efe— ormanın derinliklerine doğru bir maceraya atıldı.


Orman, sandıklarından daha büyüktü. Ağaçlar dev gibiydi, yapraklar rüzgârla dans ediyordu.

“Burası ürkütücü ama aynı zamanda çok güzel,” dedi Elif, gökyüzüne bakan kuşları izlerken.

Yolculukları sırasında ilk olarak Konuşan Baykuş'la karşılaştılar.

“Ne arıyorsunuz küçük futbolcular?” dedi Baykuş, gagasıyla gözlüklerini düzelterek.

“Kayıp bir top. Onu ormanda kaybettik,” dedi Cem.

“Ah, eski top... Onu Rüzgâr Perisi aldı. Kalbinizle oynarsanız, size yol gösteririm,” dedi Baykuş bilgece.

“Kalbimizle mi oynayacağız?” dedi minik Efe, kafası karışmış halde.

“Evet. Duygularınızla, cesaretinizle. Futbol sadece ayak işi değil,” diye kıkırdadı Baykuş.

Takım, Baykuş’un gösterdiği yoldan ilerlemeye başladı. Ama bir vadiye geldiklerinde yolları kapalıydı. Geçmeleri için topu çok seven ama futbolu hiç sevmeyen Karga Kardeşler’in oyununu çözmeleri gerekiyordu.

Karga Kardeşler onları gülerek karşıladı.

“Eğer geçmek istiyorsanız, size bir bilmece: ‘Ayağımız yok ama her gün sahadayız. Ne miyiz?’”

Takım birbiriyle fısıldaşmaya başladı.

“Top olabilir mi?” dedi Arda.

“Hayır,” dedi Zeynep. “Topun ayağı da yok ama kendisi oynanan şey. Sahada olan ama ayağı olmayan başka ne var?”

Bir süre düşündüler. Sonunda minik Efe bağırdı:

“Kale direği! Onun ayağı yok ama hep sahada!”

Kargalar bir anda kahkahaya boğuldu.

“Tebrikler! Geçiş hakkı sizindir. Kalple oynuyorsunuz, bunu sevdik,” dediler.

Vadiden sonra, takım bir tepeye ulaştı. Tepenin ucunda uçuşan ışıklar vardı. Ve tam ortasında, rüzgâr gibi dönen bir figür: Rüzgâr Perisi.

“Topunuz burada. Ama onu almak istiyorsanız, bir maç yapmalısınız. Bana karşı. Duygularınızla,” dedi Peri, elinde topu çevirirken.

“Ama sen tek kişisin, biz yedi kişiyiz!” dedi Berk.

“Futbol sadece sayı değil, ruh meselesidir,” dedi Peri.


Maç başladı. Rüzgâr Perisi, adeta görünmezdi. Kartopu Takımı gol atamıyor, sadece kovalıyordu. Her düşüşlerinde, Peri bir şey söylüyordu:

“Cesaret olmadan gol olmaz!”
“Takım ruhu olmadan başarı olmaz!”
“Duygularını tanı, sonra yön ver!”

Zeynep bir anda durdu.

“Bekleyin! Sadece koşmak değil, hissetmeliyiz. Biz neden oynuyoruz?”

Takım sustu. Sonra hepsi sırayla konuştu:

“Çünkü birlikteyken mutluyuz.”
“Çünkü kaybetsek de beraberiz.”
“Çünkü hayal kurmak güzel.”

O an, topun etrafında bir ışık parladı. Rüzgâr Perisi durdu ve gülümsedi.

“İşte bu yüzden top size ait. Çünkü siz sadece oynamıyorsunuz… Yaşıyorsunuz.”

Kartopu Takımı, topu geri alarak köye döndü. O günden sonra, her maçtan önce topa dokunup hep bir ağızdan şöyle derlerdi:

“Hayal edersen, gerçek olur!”

Ve köydeki bütün çocuklar onların bu macerasını duydu. Top artık sadece bir top değil, bir efsaneydi.

Ama en çok da minik Efe’nin sözleri herkesin kalbine dokundu:

“Futbol oynamak sadece kazanmak değil. Birlikte düşüp kalkmak, birlikte gülmek. O zaman her maç bizim için final gibi!”

Ve gerçekten de öyleydi.